top of page

Global Markalar, Türkiye’de Neyi Yanlış Yapıyorlar ?

  • Atıf Büyüksoy
  • 29 Eki 2016
  • 3 dakikada okunur

Global Markalar

Teknoloji’nin gelişimi müthiş. Globalleşme; iletişim ve ulaşım araçları ile son sürat devam ederken, bu duruma adaptasyon ise ülkelerin yapısına, nefes alış şekline, lokalliğine ya da lokalliğine olan sadakatine bağlı olarak belirli hız limitleri ile ilerliyor.

Bir şeyi satın almak, onun gibi yaşamak anlamını taşımıyor. Son model bir telefon veya bilgisayar kullanıyor olmanız, onun başından kalktıktan sonra yer sofrasına oturmanızı engellemiyor ya da oturduğunuz yer sofrası ile bu teknoloji sözüm ona(!) örtüşmüyor!

Teknoloji'nin son gelişmelerinin akışı ile, bu ürün ya da çözümlerin satış ya da sunuş şekli, canım ülkemde, bir geçiş problemi yaratıyor. Çok uluslu markaların, teknoloji yaratım üstadlığı ile üstad oldukları bu ürünleri tek tip! sunuş amatörlüğü birbiri ile mücadele eder hale geldi.

Tam bir endüstri çağı ile bilgi çağı’nın oyununu oynamak hadisesi.

Endüstri çağı’ndaki ekonomik başarının temel varlığı ve başlıca itici öğeleri; makineler ve sermayeydi. Yani "nesne" idi. İnsanlar gerekliydi, ama yerleri doldurulabilirdi. Arz talebi geçmişti. Rahatlıkla, katı prosedürlere uyacak daha fazla kişi bulabilirdiniz. İnsanlar nesne gibiydiler. İnsanın sadece bedenini istiyor buna karşılık zihnini, kalbini ya da ruhunu aslında istemiyorsanız, onu nesneye indirgemişsinizdir demektir.

Çağdaş yönetim uygulamalarımızın büyük çoğunluğu Endüstri Çağı’ndan kaynaklandı.

Endüstri Çağı, bize insanları kontrol etmek ve yönetmek zorunda olduğumuz inancını verdi.

İnsanları masraf, makineleri varlık haline getiren muhasebe görüşümüzü verdi. İnsanlar kar-zarar tablosu’na gider olarak konuyor, ekipman ise yatırım olarak bilançoda yer alıyor.

Bize ‘havuç ve sopa’ motivasyon felsefesini, önce bir havuçla motive eden, arkadan da sopayla dürten ödül ve ceza tekniğini verdi.

Bize, eğilimlerin bilinen rakamlara dayanarak geleceğe yönelik tahmin edildiği ve hiyerarşilerle bürokrasilerin bu rakamları elde etme uyarısına uyacak şekilde oluşturulduğu, merkezi bütçeleme verdi.

Tabiiki olması gereken ama yanlış yönetilen ‘Hedef’ kavramını verdi. Hedefini gerçekleştirmek adına, gerçek kimliğinden çıkarak, müşterilerin ihtiyacı olmayan ürün ya da çözümleri satan insan profillerini yarattı.

Bedene uygun olmayan hedeflerin dikildiği ortamlar; mutsuz, tatminsiz, kırıcı, çift yönlü iletişime kapalı, şantajkar iş ortaklıkları, yöneticiler, dialoglar yarattı. Aynı zihin, bedene uygun olan hedefler yaratıldığında da, düşük hedef verilmiş zihniyetini doğurdu ve bu da yine mutsuz, tatminsiz, kırıcı, çift yönlü iletişime kapalı, şantajkar iş ortaklıkları, yöneticiler, dialoglar yarattı.

Kısaca tekrarlamak gerekirse; teknolojinin son gelişmelerinin akışı ile, bu ürün ya da çözümlerin satış ya da sunuş şekli, canım ülkemde, bir geçiş problemi yaratıyor. Çok uluslu markaların, teknoloji yaratım üstadlığı ile üstad oldukları bu ürünleri tek tip! sunuş amatörlüğü birbiri ile mücadele eder hale geldi.

Saygı ile önlerinde eğildiğimiz, tam olarak yaşam şeklimizi değil ama bakış açımızı resmen değiştiren üst markalar, üretim ile sunum (pazarlama değil), sunum arasında ince görünen çizginin aslında koca bir delik olduğunun ne zaman farkına varıyor olacaklar merak ile bekliyorum.

Çünkü ve maalesef, endüstri çağının izleri, kurum hapı içen yöneticiler ve gençleri yarattı!

Anne ve babasının müthiş emekleri ile eğitimlerini alan ve tamamlayan gençler, evlerinde güzel anasının açtığı börekleri yerken, birden bire kendilerini, büyük hayaller ile girdikleri fazla uluslu kurumların haplarını içip, Karadenizimin müşterisinde, kullandıkları cümlelerin yarısını İngilizce kullanarak ürün satma eğiliminde buldular. Halbuki ürünü ya da çözümü sundukları kişiler yine canım anam, yine canım babam! Bu hap kültürünü değiştirmek ve ülkemizin dinamiklerini unutmamak temel görevimiz olmalı. Bu temel görev, aynı zamanda bu farklılığımızı, ülkemize gelen EMEAGDFT VP’lerine de anlatmak olmalı.

Ülkemizin bizi yaşatan dinamikleri var! Bu dinamikleri bizzat yöneticiler ya da bu yöneticilerin ekip arkadaşı yani gençler atlarsa, kendi insanımızın (müşterisi) karşısında bir Bill Gates’miş, bir Steve Jobs’muş tadında pozisyonladıkları kişisel halleri ile komik hale düşer ve en önemlisi de hayatı kaçırırlar.

Dolayısı ile bu geçişi çok doğru yönetmemiz gerekiyor.

Unutmayın. Türkiye kendine has dinamikleri olan bir ülke.

Ülkemize ne Löw’ler, ne Manchini’ler geldi. Ama hepsi hemen gitti!

Ülkemize ne retail marketler geldi. Ama hepsi hemen hemen gitti!

Bir kurum, ülkenin kendine has dinamiklerini hisseder, yöneticiler ve gençler de sadece sistemi değil, bu dinamikleri de dikkate alarak yaşarsa, işte o zaman istenen satış da olur, çözüm de olur, huzur da olur...

Ama... demek çok kolay. Ama, bir yerden başlamak gerekiyor.

Bir noktadan sonra ne düşündüğümüzün, ne söylediğimizin bir önemi olmuyor. Önemli olan tek şey; Başlamak. Anlatmak. Paylaşmak. Yol almak. Hayata geçirmek.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF), bu yılki raporu açıklandı. Eğitimdeki sıralamamız, kadına bakış açımızdaki sıralamamız ve bunun gibi diger detaylardaki sıralamamız yani karnemiz paylaşıldı. Raporu da inceledim, basında da okuyorum. Bir kişinin bile değinmediği bir konu var. Bu raporda birinci olduğumuz tek bir yer var. HIV yaygınlığı! 140 üke arasında HIV yaygınlığında Türkiye, birinci.

Kısacası, kendine has kokusu, dokusu, kendine has dinamikleri, kendine has çeşit çeşit, bölge bölge insanları olan bir ülkede, uluslararası markaların, ülkeye özel ve doğru stratejilerle yol alması; bu yolun yolcusu olmayan kurumlara ve kurumların yabancı yöneticilerine, T.C. vatandaşı yöneticilerin bu derdi anlatması, bu derdi olur da malum sebepler ile anlatmayan yöneticilerin gençlerinin de açılan böreklerin tadını ve kokusunu unutmaması gerekir.

Sevgilerimle,

Atıf Büyüksoy

Hayat=Hayat


Comments


bottom of page